Estetik, İnsanın Kendine Yakışanı Giymesidir!

Şubat 2018

Lüks ve gösterişe yönelik çabalar, asla estetik değerler yaratmaz. Gösterişin zirve noktasında “kitsch” yer alır, estetik değil. Zira estetik; yaratıcılık, yenilik, yerindelik, sahicilik veya samimiyet gibi koşullar ister.

 

Eski Yunancada duyma, duyumsama, algılama anlamlarına gelen “Aisthesis” ile var olan şeyler karşısında duyarlı olan kişi anlamına gelen “aisthetikos” sözcüklerinden türeyen estetik, sanat ile güzelliğin oluşumunu ve varoluşunu irdeleyen bir felsefe dalıdır. Kuramsal olarak daha çok sanata odaklanan estetik, bununla birlikte aslında yaşamın her alanında karşımıza çıkabilen bir değerler bütünüdür. Çünkü estetiğin asıl konusu ve keşfetmeye çalıştığı sır, doğada ya da insana ait olan her şeyde görebileceğimiz güzelliklerdir. Kelimenin en geniş anlamıyla güzellikler…

Güzel nedir? Güzelliğin nesnel bir ölçütü var mıdır? Neye göre belirlenir? Herkes için güzel olan bir şeyin varlığı mümkün müdür? Güzel dediğimiz şeyleri güzel kılan unsurlar nelerdir? Güzelliğin iyi ve kötüyle bir ilgisi var mıdır? Estetik, yüzlerce, belki de binlerce yıldır işte bu ve benzeri sorulara yanıt arar. Estetiğin en önemli sorunu, güzelin ve güzelliğin ne olduğu sorunudur.

Çin, Hint, Mısır gibi çok eski uygarlıklarda güzellikle ilgili yazıtlara rastlansa da kullandığımız kelime itibarıyla estetik anlayışına Sokrates, Aristo, Platon gibi Antik Yunan düşünürlerinden itibaren rastlamaktayız. Sonraki yüzyıllarda da farklı uygarlıklardan birçok düşünür güzellik üstüne yazmıştır. Ancak konuyu 1750’lerde ilk olarak “estetik” diye kavramsallaştıran Alman düşünür Alexander GottliebBaumgarten olmuştur. Ne var ki, Baumgarten’ın “duyusal bilginin bilimi” tanımlamasının aksine estetik, kuramsal anlamda daha çok bir felsefe dalı olarak gelişmiştir. Nitekim yine Alman felsefeci Immanuel Kant’ın çalışmaları, estetiğin bir felsefe dalı olarak biçimlenmesinde başlangıç noktalarından biridir.

Kant, 1781 yılında yayımladığı Saf Aklın Eleştirisi adlı kitabında Baumgarten’ın görüşlerini eleştirerek, güzellik yargısının kurallarını bilim düzeyine yükseltmenin olanaksız olduğunu savunur. Aynı şekilde Hegel de Estetik Dersleri’ndeBaumgarten’ın “bilim” tanımına karşı çıkarak, “Estetik adından hoşnut olmasak da, bu adı kullanmakta bir sakınca yoktur. Yeter ki, estetik dediğimiz zaman, güzel sanatın felsefesi anlaşılsın” uyarısında bulunur. Dolayısıyla estetiği “güzellik felsefesi” olarak tanımlamak çok da yanlış olmayacaktır.

Felsefenin bir diğer alt kolu olan sanat felsefesiyle kısmen iç içe geçen estetik, duyu, duygu ve beğenilerimizden hareketle güzel olanı mercek altına alır. Daha geniş bir açıdan da kültür, sanat, toplum ve doğadaki her tür güzellik üzerine eleştirel düşünme sanatı ve bu bağlamda, güzel olanı arama ve hissetme çabası olarak somutlaşır.

Ancak ısrarla vurgulamak gerekir ki, estetik açısından güzellik, salt “plastik” bir durumu değil, iyi, hoş, anlamlı, dengeli, uyumlu, büyüleyici, şaşırtıcı vb gibi güzellikle yakından ilişkili kavramları da kapsar. Bu öyle bir güzelliktir ki, yalnızca duyulara hoş geldiği için değil, bir anlam içerdiği, bir değer taşıdığı için de estetiğin ilgi alanına girer. Estetik bununla da yetinmez ve gündelik yaşantılarımızdaki değer, tavır, haz ve tatları da analiz etmeye girişir.

20.yüzyıla kadar duyusal alanın hep güzel olan kısmını ele alan estetik anlayışına, modern zamanlarla birlikte tepkiler de doğmaya başlamış, bazı düşünürler güzellik yaklaşımının estetiğin içeriğini zayıflattığını savunmuşlardır. Özellikle de günümüz modern Batı toplumlarında alternatif akımlar hem güzelliğin bilinen tanımına karşı çıkmış, hem de çirkin ve rahatsız edici olanın da estetiğin sınırları içinde olabileceğini, çünkü onda da bir güzellik ya da güzel bir anlam bulunabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu tartışma başka bir yazının konusu olacak kadar geniş olduğu için şimdilik yalnızca değinmekle yetinmiş olalım.

Günlük yaşamdaki estetik

Güzel olan her şey estetiğin kapsama alanına girse de gündelik yaşantımızda estetiği daha çok insan merkezli olarak kullanıyoruz. İnsana ait olan ya da insan tarafından üretilmiş olan “güzel”liklere odaklanan estetik, bu yanıyla da yaşamlarımızı güzelleştirme çabası olarak ortaya çıkar.

Güzelliği orantılarla ya da simetrik ölçü birimleriyle tarif etmek mümkün elbette. Fakat o durumda güzelliğe zaman ve toplum ötesi bir anlam yüklemiş oluruz. Her ne kadar, örneğin doğa manzarası gibi “bazı” güzelliklere ilişkin tüm dünyada ortak beğeniler söz konusu olabilse de güzelliğin değişken bir kavram olduğu çok açık. Tam tersine, devirden devire, toplumdan topluma, hatta aynı toplumun farklı kesimleri arasında güzellik anlayışı değişir. Çünkü güzellik, toplumsal koşullar içinde tanımlanan bir “değer”dir. Bu tanımlama da ister istemez, o toplumun yapısına göre değişkenlik gösterir. Örneğin Afrikalı bir kabilenin güzellik anlayışıyla, İsveç toplumunun güzellik anlayışı arasındaki farklılıklar bizi hiç de şaşırtmaz.

Günlük yaşamımızdaki estetik yargılar “bilgi”ye, başka bir deyişle nesnel ölçütlere değil, insan duyularına bağlıdır. Dolayısıyla estetik tercihleri bir mantık çerçevesine oturtmak çoğu zaman olanaksızdır. İnsanda var olan haz duyma dürtüsüne göre oluşur. Bu da insandan insana değişebilir. Önemli olan, estetik kaygıların, estetik duyarlılıkların varlığı ve bu yönde bir farkındalığın bulunmasıdır. Zira estetik konusuna çok uzak diye gördüğümüz insanlar bile eğitimin ve yaşadıkları ortamların etkisiyle belli bir ölçüde de olsa ilerleme kaydedebilir.

Ancak unutmamak gerekir ki, estetik duyarlılığın gelişmesi her şeyden önce bireylerin iç dünyalarındaki güzellikleri dışa vurabilme olanaklarına sahip olmasından geçer. İhtiyaçlara ve isteklere cevap veremeyen duygular zamanla işlevini kaybedebilir. Ancak bu olanaklara sahip toplumlarda ise her bir insan estetik zenginliğin oluşmasına katkı sağlayabilecek bir konumda bulunur. Bu sayede toplumların kendi içinde veya diğer toplumlarla ilişkilerinde daha barışçıl bir tablo ortaya çıkar. Çünkü kendisini ifade edebilen ve dolayısıyla da çevresini güzelleştirebilen insanlardan oluşan toplumlar, tatmin olma duygusunu yaşayabilen toplumlardır. Bunun için aklın ve vicdanın özgürlüğü sağlanmalı, toplumun her kesiminden insanların estetik bir bakış açısı kazanabilmesi için gereken koşullar sağlanmalıdır. Toplum ve birey olarak hepimiz, doğru ve iyinin yanında daima güzelin de arayışı içinde olmalıyız. Yaşamlarımızı ancak böyle bir arayış daha anlamlı kılabilir.

Estetik lüks değildir

Estetiği günümüzde sanatta, mimaride, çevre düzenlemelerinde, sağlıkta, giyim kuşamımızda, hatta hal ve tavırlarımızda, kısacası yaşadığımız toplumsal ortam içindeki tüm dinamiklerde görmek mümkündür. Aslında her insan sabah uyandığı andan gece yatana kadar estetiğin sınırları içindedir. Evindeki güzellikler onu mutlu edebilir örneğin. Ya da işe gitmek için sokağa çıktığı andan itibaren karşılaştığı estetik çerçeveye girmeyen bazı durumların da üzmesi söz konusu olabilir. Tüm bunlar hep aynı zemine dayanır; insanoğlu iç dünyasında ve de yaşadığı çevrede güzel olanı görmek ister. Hayal dünyasında yarattığı güzellikleri tüm yaşam alanlarına uygulamayı, yani çevresini de güzelleştirmeyi arzu eder. Bunu da olanakları elverdiği ölçüde gerçekleştirmeye çalışır.

Bu noktada altı çizilmesi gereken bir başka nokta da estetiğin maddi koşullarla orantılı olmamasıyla ilgilidir. Daha fazla maddi kaynak kişiye hayallerini gerçekleştirme yolunda elbette bir katkı sağlar. Ancak bu, daha iyi olanaklar beraberinde mutlaka daha fazla estetik getirir anlamına gelmez. Bilhassa lüks ve gösterişe yönelik çabalar asla estetik değerler yaratmaz. Gösterişin zirve noktasında “kitsch” yer alır, estetik değil. Zira estetik; yaratıcılık, yenilik, yerindelik, sahicilik veya samimiyet gibi koşullar ister. Bu koşullar mevcutsa gerisi çok da önemli değildir. Kişi en azından kendi dünyasında kendi estetiğini yaratmış demektir.

Dillere pelesenk olmuş ve zaman zaman da bizleri gülümseten bir söz vardır; “moda insanın kendisine yakışanı giymesidir” diye… Aslında estetiğin sırrı biraz da bu sözde gizlidir!